2 Ocak 2014 Perşembe

III - İROKUA GENSİ

Şimdi, Morgan'ın, en azından, akrabalık sistemlerinden hareket ederek ailenin ilkel biçimlerini bulması kadar önemli bir başka bulgulamasına geliyoruz. Morgan, Amerikan yerlilerinin bir aşireti içinde, hayvan adlarıyla belirlenen kandaş grupların, öz bakımından, Yunanlıların genea, Romalıların gentes'iyle aynı şey olduklarını; greko-romen biçimin daha sonraki türev biçim olduğu halde, Amerikan biçimin asıl (originelle) biçim olduğunu; gens, kabile (phratrie) ve aşiret (tribü) biçimindeki bütün ilkel zamanlar Yunan ve Roma toplumsal örgütlenmesinin, Amerikan yerlilerinin toplumsal örgütlenmesi içinde tam bir paralelliğe sahip olduğunu; gensin (şimdiye kadar elimizde bulunan kaynaklara göre), uygarlığa girene, hatta daha da sonrasına kadar, bütün barbarlarda ortak bir kurum bulunduğunu tanıtlamış bulunuyor. Ve bu tanıt, en eski Yunan ve Roma tarihinin, en güç bölümlerini aydınlığa çıkarmış, ve devletin kurulmasından önce, ilkel zamanlardaki toplumsal rejimin temel çizgilerine kuşku duyulmaz açıklamalar getirmiştir. Öğrenildikten sonra o kadar yalın görünmesine karşın, Morgan, bunu ancak yakın zamanlarda buldu, 1871'de yayımlanmış bulunan bir önceki yapıtında açıklanması, o zamandan beri [bir zaman için], genellikle kendilerine güvenle dolu İngiliz tarih-öncesi-bilimcilerinin sesini-soluğunu kesen gizemleri henüz meydana çıkaramamıştı. 

Morgan'ın, bu kandaşlar grubunu adlandırmak için genel bir biçimde kullandığı Latince gens sözcüğü, tıpkı buna karşılık düşen Yunanca genos sözcüğü gibi, gan (kurala göre, k'nın Aryen g yerine geçtiği Almancada, kan) olarak Aryen kökünden gelir ki, [gan ya da kan -ç.] meydana getirmek, doğurmak demektir. Gens, genos, Sanskritçede canas, Got dilinde (yukarda geçen kural uyarınca) kuni, Norveç ve Anglo-Sakson dillerinde kyn, İngilizcede kin, eski Almancada künne, hep, soy-sop demektir. Ama Latincede gens, Yunancada genos [sözcükleri -ç.] özel olarak, ortak bir dölden (burada aşiretin ortak bir atasından) gelmekle övünen ve bazı toplumsal ve dinsel kurumlar tarafından özel bir topluluk halinde birleştirilmiş, ama kökeni ve içyüzü şimdiye kadar bütün tarihçilerimiz için karanlıkta kalmış kandaş gruplar için kullanılıyorlardı. 

Daha önce, ortaklaşa (punaluenne) aile dolayısıyla, ilkel biçimi içinde, bir gensin bilemişinin ne olduğunu görmüştük. Gens, ortaklaşa aile tarafından ve bu ailede zorunlu olarak egemen bulunan fikirlere göre, kimliği iyice belirlenen aynı nineden [dişi ata -ç.], yani gensin kurucusundan geldikleri kabul edilen kimselerden bileşir. Bu aile biçimi içinde babalık durumu belirsiz olduğundan, yalnızca dişi soy zinciri hesaba katılır. Erkekler, kendi kız kardeşleriyle değil, yalnızca bir başka soydan kadınlarla evlenmek hakkına sahip oldukları için, bu yabancı kadınlardan doğan çocuklar, analık hukuku gereğince, gensin dışında kalacaklardır. Bunun sonucu, yalnızca her kuşaktaki kızlardan gelen çocuklar grup içinde kalacaklar; erkeklerden gelen çocuklarsa, analarının genslerine geçeceklerdir. Şimdi, bu kandaş grup, aynı aşiret içinde, benzer gruplar karşısında özel bir grup olarak kurulur kurulmaz ne olacak? Bu ilkel gensin klasik biçimi olarak, Morgan, irokualardaki, ve özellikle [İrokuaların -ç.] Senekalar aşiretindeki gensi ele alıyor. Bu aşiret içinde, hayvan adları taşıyan sekiz gens var: 1. Kurt; 2. Ayı; 3. Kaplumbağa; 4. Kunduz; 5. Geyik; 6. Çulluk; 7. Balıkçıl; 8. Şahin: Her gens içinde, şu töreler hüküm sürer: 

1° Her gens, kendi saşem (barış zamanında şef) ve şefini (askeri komutan) seçer. Saşem'in gens içinden seçilmiş olması gerekirdi ve buradaki görevleri soydan geçmeydi (héréditaire); şu anlamda ki, görevin boşalması halinde, hemen yeni bir saşem seçilmeliydi; askeri komutan, gensin dışından da seçilebilirdi ve bir zaman için hiç olmasa da olurdu. Bir önceki saşemin oğlu asla saşem seçilmezdi; çünkü, irokualarda analık hukuku hüküm sürdüğünden, oğul bir başka gense aitti; ama saşemin erkek kardeşi ya da kız kardeşinin oğlu seçilebilirdi ve çoğunlukla da bunlar seçiliyordu. Kadın-erkek, herkes, bu seçime katılıyorlardı. Ama seçimin öbür yedi gens tarafından onaylanmış olması gerekirdi;seçilen, işte ancak o zaman bütün İrokualar Federasyonunun ortak konseyi tarafından törenle başkanlık makamına oturtulurdu. Bu olgunun bütün önemini, ilerde göreceğiz. Saşem'in gens içindeki gücü ataerkil bir nitelikte tamamen tinsel bir nitelikteydi; hiçbir zorlama aracına sahip değildi. Saşem, ayrıca, ve görevi gereği, Senekalar Aşiret Konseyinin ve bütün İrokualar Federal Konseyinin üyesiydi. Askeri şefin [komutanın -ç.] yalnızca savaş seferlerinde sözü geçerdi. 

2° Gens, istediği zaman, saşemi ve askeri şefi görevinden alır. Bu iş de, erkeklerle kadınların bütünü tarafından kararlaştırılır. Görevden alınan büyükler, artık öbür insanlar gibi, basit savaşçılar haline gelirler. Bundan başka, aşiret konseyi, hatta gensin isteğine karşıt olarak, aynı biçimde, saşemleri görevinden alabilir.

3° Hiçbir üye, gens içinden evlenme hakkına sahip değildir. Gensin temel kuralı, onu bileşik tutan bağ, budur; bu kural, kapsadığı bireyleri bir gens haline getiren tek olgu olan çok olumlu kandaş akrabalığın olumsuz ifadesidir. Bu basit olgunun bulgulanmasıyla, Morgan, ilk olarak, gensin içyüzünü ortaya koymuştur. Gensin o zamana kadar ne derece az anlaşılmış olduğunu, içlerinde gentilice düzeni oluşturan, çeşitli grupların, anlaşılıp ayırdedilmeksizin, aşiret, klan, tuhm, vb. adları ile birbirine karıştırıldıkları, ve zaman zaman bu topluluklardan şunun ya da bunun içinde evlenmenin sözüm ona yasak olduğu savının ileri sürüldüğü yabanıllar ve barbarlar üzerindeki eski anlatılar açıkça gösterir. Mac Lennan'ın işleri bir hükümdar buyruğuyla düzene koymak için bir başka Napoleon gibi işe karıştığı içinden çıkılmaz karışıklık işte böyle yaratılmış oldu: [ona göre -ç.] bütün aşiretler, içinde evliliğin yasak olduğu (exogames) aşiretlerle, yasak olmadığı (endogames) aşiretler biçiminde; ikiye ayrılırlar. Ve bu işi böylece onarılmaz bir biçimde çıkmaza soktuktan sonra, Mac Lennan bu iki saçma sınıftan hangisinin, dış-evlenen olanın mı yoksa iç-evlenen olanın mı daha eski olduğunu bulmak için derin çalışmalara koyulabilmiştir. Kandaş akrabalık üzerine kurulu gensin bulgulanması ve bundan, gens üyelerinin birbiriyle evlenmelerinin olanaksız olduğu sonucunun çıkması, bu deliliğe bir son vermiştir. — İrokuaları incelediğimiz aşamada, gens içinde evlenme yasağının sıkı sıkıya korunduğunu söylemek gereksizdir. 

4° Ölülerin malı, öbür gens üyelerinin malı oluyordu; bu mal, ,gens içinde kalmalıydı. Bir İrokuanın bırakabileceği şey çok önemsiz olduğundan, miras en yakın gentilice akrabalar arasında paylaşılıyordu: eğer ölen erkekse, ana tarafından erkek ve kız kardeşleri ile, anasının erkek kardeşleri arasında; eğer ölen kadınsa, erkek kardeşleri hariç, çocukları ve kız kardeşleri arasında. Aynı nedenle, karıyla koca birbirinin mirasçısı olamazlardı; tıpkı çocukların, babalarının mirasçısı olamayacakları gibi. 

5° Gens üyeleri karşılıklı yardım ve korumayla, özellikle, yabancılar tarafından yapılan bir sataşmanın öcünü birlikte almakla yükümlüydüler. Her birey, kişisel güvenliği bakımından gense güvenirdi, ve gens tarafından da korunurdu; ona saldıran, bütün gense saldırıyor demekti. İşte, İrokualar tarafından kayıtsız-şartsız kabul edilmiş olan kan davası (vendetta) ödevi, gens içindeki bu kan bağları sonucuydu. Eğer, yabancı biri, gens üyelerinden birini öldürürse, ölenin bütün gensi bu cinayetin öcünü almakla yükümlüydü. Önce bir uzlaşma kapısı aranırdı; katilin gensi toplanır ve öldürülenin gens konseyine; çoğunlukla üzüntülerini bildirip değerli armağanlar sunarak, işi düzeltme önerilerinde bulunurdu. Eğer bunlar kabul olunursa, sorun kalmazdı. Böyle olmazsa, saldırıya uğrayan gens, katili izleyip öldürmekle yükümlü bir ya da birkaç öç-alıcı tayin ediyordu. Bunlar, görevlerini yaptığı zaman, öldürülen adamın [katilin -ç.) gensinin yakınmaya hiçbir hakkı yoktu; sorun bitiyordu. 

6° Gensin belirli adları ya da ad dizileri vardır ki, bütün aşiret içinde bu adları kullanma hakkı yalnızca ona aittir; öyle ki, her kişinin adı aynı zamanda onun hangi gense ait olduğunu gösterir. Gense ait bir ad, gense ait hakları içerir. 

7° Gens, yabancıları üyeliğe kabul edebilir, ve bundan ötürü, onları bütün aşiretin malı yapabilir. Öldürülmeyen savaş tutsakları, böylece, bir gensin üyeliğine kabul edilmekle, Senekalar aşiretinin üyesi durumuna geliyor ve bunun sonucu, gens ve aşiretin bütün haklarına sahip oluyorlardı. Üyeliğe kabul, yabancıyı erkek ya da kız kardeş olarak kabul eden erkek, ya da evlat olarak kabul eden icadın bazı gens üyelerinin önerisi ile oluyordu; kabulün onaylanması için gens içinde gösterişli bir kabul töreni yapılması zorunluydu. Çoğunlukla, yalıtık kalmış, sayısı olağanüstü azalmış gensler, böylece, bir başka gensin üyelerini, bu gensin izniyle, yığın halinde üyeliğe kabul ederek güçleniyorlardı. İrokualarda gens içindeki gösterişli kabul töreni, aşiret konseyinin genel oturumu biçiminde yapılıyor, bu da, kabul törenini, gerçek bir dinsel ayin durumuna getiriyordu. 

8° Amerikan yerlilerinin gensleri içinde özgül dinsel ayinlerin varlığını kanıtlamak güçtür; ama yerlilerin, dinsel ayinleri, azçok genslere bağlanır. İrokualardaki yıllık altı dinsel bayramda, her gensin saşem ve askeri şefleri, görevleri nedeniyle, "iman koruyucuları" arasında sayılırlar ve dinsel görevleri vardır. 

9° Gens genel bir mezarlığa sahiptir. Bu şimdi yok olmuştur. New-York eyaletindeki İrokualar, beyazlar arasında gömülmüşlerdir; ama eskiden vardı. İrokuaların yakın akrabası Tuskaroralar gibi, öbür yerlilerde hala vardır: hıristiyan oldukları halde, Tuskaroraların mezarlığında her gens için belirli bir dizi vardır; öyle ki; burada anneyle çocuklar aynı dizi içinde gömülürler, baba ayrı gömülür. İrokualarda da, ölünün gömülmesine bütün gens katılır, mezarla, cenaze söyleviyle, vb. ilgilenir. 

10° Gensin bir konseyi, kadın-erkek, herkesin oy hakkına sahip bulunduğu, bütün ergin gens üyelerinden kurulu demokratik bir meclisi vardır. Saşemleri ve askeri şefleri bu konsey seçer, bu konsey görevden alırdı; öbür "iman koruyucuları" için de durum aynıydı. Bir gens üyesinin öldürülmesi dolayısıyla, kefaret bağışı (wergeld, kan helâli) ya da davasını konsey kararlaştırır, yabancıları gens üyeliğine o kabul ederdi. Sözün kısası, konsey, gens içinde en yüce güçtü. 

Amerikan yerlilerindeki tipik bir gensin ayırıcı nitelikleri işte bunlardır. 

"Bütün üyeleri, karşılıklı özgürlüklerini korumakla yükümlü kişisel haklarda eşit, özgür insanlardır, — ne saşemler, ne de askeri şefler herhangi bir üstünlük savında bulunabilirler; hepsi birden, kan bağlarıyla birleşmiş, kardeşçe bir topluluk oluştururlar. Hiçbir zaman formüle edilmiş olmamakla birlikte, özgürlük, eşitlik, kardeşlik gensin temel ilkeleriydi; gens ise, bütün bir toplumsal sistem birimi, örgütlenmiş Amerikan yerlileri toplumunun temeliydi. Bu durum, Amerikan yerlilerinde herkesçe görülen gemlenmez bağımsızlık ruhunu ve kişisel -davranıştaki ağırbaşlılığı açıklar." 

Amerika'nın bulgulanması çağında, bütün Kuzey Amerika yerlileri, analık hukukuna göre [kurulmuş -ç.] gensler halinde örgütlenmişlerdi. Yalnızca, Dakota'dakiler gibi birkaç aşirette, gensler yokolmuş. Ojibvalar'la Omahalar'daki öbür birkaç aşiret içinde de gensler babalık hukukuna göre örgütlenmişlerdi. 

Beş ya da altıdan çok gens kapsayan birçok aşiretin içinde, bu genslerden üç, dört ya da daha çoğunun özel bir grup halinde toplandıklarını görüyoruz ki, Morgan, yerli adı olduğu gibi çevirerek, buna, Yunanca karşılığına göre, fratri (kardeşlik, kabile) adını veriyor. Böylece, Senekalar'da iki kabile var: birincisi dört (1'den 4'e kadar), ikincisi dört (5'den 8'e kadar) gensi kapsıyor. Daha ileri götürülmüş bir irdeleme, bu kabilelerin her zaman ilkel gensleri, aşiretin başlangıcındaki ilk bölünmeleri temsil ettiğini gösterir; çünkü gens içinde evlenmek yasak olduğuna göre, her aşiretin, özerk bir biçimde varlığını sürdürebilmek için zorunlu olarak, en azından iki gensi içinde barındırması gerekliydi. Aşiret büyüdükçe, her gens yeniden iki ya da daha çok parçaya bölünüyor ve bütün bu parçaları (kız-gensleri) kapsayan ilk gens, varlığını kabile olarak sürdürürken, her parça özel bir gens olarak ortaya çıkıyordu. Senekalarda ve öbür yerlilerin çoğunda, kabilelerden birindeki bütün gensler, kendi aralarında kızkardeş-genslerdir. Oysa öbür kabilenin gensleri, onların kuzin-gensleri olurlar — görmüş olduğumuz gibi, bu terimlerin, Amerikan akrabalık sistemi içinde, çok gerçek ve çok belirli bir anlamı vardır. Başlangıçta hiçbir Seneka, kendi kabilesi içinde evlenme hakkına sahip değildi; ama bu töre, çok uzun bir zamandan beri yürürlükten kalktı ve gense özgü kaldı. Senekalardaki geleneğe göre, Ayı ve Geyik, öbürlerinin kendisinden çıktıkları ilk iki genstir. Bu yeni örgütlenme kökleştikten sonra, onu gereksinmelere göre değiştiriyorlardı; bir kabilenin gensleri güçsüzleşecek olsa denkleştirmek için, bazan öbür kabilelerin gensleri, tüm olarak, onların yerine geçiriliyordu. Bu yüzden, çeşitli aşiretlerde, kabileler içinde çeşitli biçimlerde gruplandırılmış aynı adı taşıyan gensler buluyoruz. 

İrokualarda kabilenin görevleri, kısmen toplumsal, kısmen dinseldir. 1° Kabileler, birbirleriyle top oynarlar; her kabile en iyi oyuncularını çıkarır, öbürleri oyunu seyreder; her kabilenin ayrı bir yeri vardır ve seyirciler, kendi aralarında, kendi oyuncularının yengisi üzerine bahse girerler. 2° Aşiret konseyinde, her kabilenin saşem ve askeri şefleri birlikte otururlar, iki grup karşı karşıya gelir, ve her konuşucu her kabilenin temsilcilerine, özel bir organ olarak söz yöneltir. 3° Aşiret içinde bir cinayet işlendiği ve ölenle öldürenin aynı kabileye ait olmadığı bir durumda, saldırıya uğrayan gens, çoğunlukla kendi kızkardeş-genslerine başvururdu; bunlar, bir kabile konseyi toplar ve işi çözmek bakımından aynı biçimde bir konsey toplaması için bir ortak topluluk olarak öbür kabileye başvururlardı. Burada da kabile, gene ilkel gens olarak görünür ve tek başına ve daha güçsüz bulunan gensten, kendi kızından daha büyük bir başarı olanağına sahip bulunurdu. 4° Önemli kişilerin ölümü durumunda, ölenin kabilesi yas tutarken, karşı kabile, gömme ve cenaze töreninin düzenlenmesini üzerine alırdı. Bir saşem ölür ölmez, karşı kabile, İrokualar Federal Konseyi'ne, görevin boşaldığını haber verirdi. 5° Kabile Konseyi, bir saşemin seçimi sırasında işe karışır. [Seçimin -ç.) kızkardeş-gensler tarafından onaylanması doğal bir şey olarak düşünülüyordu; ama öbür kabilenin gensleri buna karşı çıkabilirlerdi. Bu durumda, karşı çıkan kabilenin konseyi toplanırdı; muhalefette direnirse, seçim sonuçsuz kalırdı. 6° Eskiden, İrokuaların Beyazlar tarafından medecine- lodges olarak adlandırılan özel dinsel gizemleri vardı. Senekalarda bu gizemler, dine yeni girecekler için töreye uygun olarak düzenlenen bir giriş ayiniyle, iki dinsel dernek tarafından ululanırdı, her iki kabileden birine; bu derneklerden biri bağlıydı. 7° Eğer, fetih çağında Tlakskala'nın[165] dört mahallesinde oturan dört linages (soy) dört kabile idiyse —ki, bu hemen hemen kesindir—, bu durum, tıpkı Yunanlılarda ve Cermenlerdeki benzer öbür topluluklarda olduğu gibi, kabilelerin aynı zamanda askeri birlikler olduklarını da gösterir; bu dört linages'dan herbiri, kendi üniforması kendi bayrağı ve kendi şeflerinin komutası altında, özel bir birlik olarak savaşa giderdi. 

Tıpkı birkaç gensin bir kabile oluşturması gibi, klasik biçimi içinde, birkaç kabile de bir aşiret oluşturuyordu, bazı durumlarda, adamakıllı güçten düşmüş aşiretlerde, aracı halka, kabile görülmez. Öyleyse, Amerika'da yerli bir aşireti belirleyen nedir? 

1° Kendine özgü bir toprak ve özel bir ad. Her aşiret, asıl oturduğu yer dışında; avcılık ve balıkçılık için önemli bir toprağa da sahipti. Bu toprağın ötesinde, en yakın aşiretin toprağına kadar giden yansız (neutre) geniş bir alan uzanıyordu ki, bu alan, akraba dilleri konuşan aşiretler arasında daha dar, başka başka dilleri konuşan aşiretler arasında daha genişti. Bu yansız alan, Cermenlerde Grenzwald (sınır-orman), Sezar'ın Süevlerinin ülkeleri çevresinde yarattıkları çöl, Danimarkalılarla Almanlar arasında îsarnholt, (Danimarka dilinde, jarnved, limes danicus), Cermenlerle Slavlar arasında Sachsenwald ve branibor'dur (Slavcada; koruyucu orman, Brandenburg adı buradan gelir). Böylece, pek de belirli olmayan bir biçime sınırlandırılmış bu toprak, aşiretin ortak ülkesiydi; bu, komşu aşiretlerce de böyle bilinir ve ülkenin sahibi bulunan aşiret tarafından bütün saldırılara karşı savunulurdu. Sınırların belirsizliği, çoğu zaman ancak nüfus önemli bir şekilde artarsa pratikte can sıkıcı bir durum alıyordu. — Aşiret adları, çoğunlukla isteye isteye seçilmiş olmaktan çok, rastlantı sonucu alınmış gibi görünür; zamanla, bir aşiretin komşu aşiretler tarafından, kendisi için kullanıldığından başka bir adla adlandırıldığı sık sık görülmüştür; tıpkı Almanların, tarihte taşıdıkları ilk kolektif adı, Cermenler adın, Keltlerden almış oldukları gibi. 

2° Yalnız o aşirete özgü bir lehçe (dialecte). Gerçekte, aşiret ve lehçe düşümdeştir [yani aynı zamanda oluşan iki şeydir -ç.]; Amerika'da, bölünmeler sonucu yeni aşiret ve yeni lehçelerin oluşması, daha yakın zamanlara kadar görülüyordu ve kuşkusuz, bu oluş henüz tamamen durmamıştır. Güçten düşmüş iki aşiret kaynaştığı zaman, istisnai bir biçimde, aynı aşiret içinde birbirine çok yakın iki lehçenin konuşulduğu olur. Amerikan aşiretlerinin ortalama nüfusu, 2.000 üyenin altında kalır; bununla birlikte, Birleşik Devletler'de, aynı lehçeyi konuşan yerlilerin en kalabalığı Şerukilerin sayısı 26.000'dir. 

3° Gensler tarafından seçilmiş saşem ve askeri şeflere gösterişli bir biçimde yetkilerini verme hakkı. 

4° Saşem ve askeri şefleri hatta kendi genslerinin isteğine karşı, görevden alma hakkı. Saşem ve askeri şeflerin aşiret konseyi üyesi olmaları, aşiretin onlar üzerindeki bu haklarını kendiliğinden açıklar. Bir aşiretler federasyonu kurulduğu ve bütün aşiretlerin bir federal konseyde temsil edildiği her yerde, yukarda adı geçen haklar, bu federal konseye geçiyordu. 

5° Ortak dinsel düşüncelerde (mitoloji) ve dinsel ayinlerde bir pay. "Kendi barbar tarzlarında, yerliler dindar bir halktı."[166] Mitolojileri, henüz eleştirici bir inceleme konusu olmamıştır; dinsel düşüncelerinin cisimleşmelerini insan biçiminde tasarlıyorlardı —her türlü ruh—, ama, bu yerlilerin o zaman bulundukları barbarlığın aşağı aşamasında, henüz put (idole) denilen plastik simgeler bilinmiyordu. Bu, doğanın, ve çok tanrıcılığa doğru evrimlenen öğelerin egemen olduğu bir dindir. Bu çeşitli aşiretlerin özellikle dans ve oyunlar halinde iyice belirlenmiş bazı ayin biçimleriyle [kutlanan -ç.] düzenli bayramları vardı; dans, bütün dinsel törenlerin temel öğesiydi; her aşiret kendi bayramlarını ayrıca kutlardı. 

6° Genel işler için bir aşiret konseyi. Bu konsey çeşitli genslerin her zaman görevden alınabilmeleri olanaklı olduğuna göre, gerçek temsilcileri durumunda bulunan bütün saşem ve askeri şeflerinden kuruluydu; oturumlarını, söz alma ve düşüncesini duyurma hakkına sahip olan öbür aşiret üyeleriyle çevrili olarak, açıkça yapardı; karar konseyindi. Kural olarak, oturumda hazır bulunan bütün erkekler, istedikleri zaman konuşurlardı; kadınlar da görüşlerini istedikleri bir erkek konuşmacı aracılığıyla açıklatabilirlerdi. İrokualarda, bazı kararlar için Cermenlerin mark topluluklarında da olduğu gibi, kesin kararın oybirliğiyle alınması gerekirdi. Aşiret konseyine, özellikle, yabancı aşiretlerle olan ilişkileri bir düzene koyma işi düşerdi; elçiler kabul eder, elçiler gönderirdi; savaş açar, barış yapardı. Savaş çıkarsa, genel olarak gönüllüler savaşırdı. Aslında, aralarında kesin bir barış antlaşması yapılmamışsa, her aşiret bütün öbür aşiretlerle savaş durumunda kabul edilirdi. Çoğunlukla, bir türden düşmanlara karşı düzenlenen savaş seferleri, ünlü savaşçılar tarafından bireysel olarak düzenlenirdi; bunlar bir savaş dansına başlarlardı; bu dansa katılanlar, böylece sefere katıldıklarını belirtmiş olurlardı. Müfreze (colonne) hemen kurulur ve yürüyüşe geçerdi. Aynı şekilde, saldırıya uğrayan aşiret topraklarının savunması, çoğu zaman, gönüllülerin askere alınmasıyla sağlanırdı. Bu müfrezelerin gidiş ve gelişleri, daima halk şenliklerine neden olurdu. Bu tür savaş seferleri için aşiret konseyinin izni zorunlu değildi ve bunun için konseyden ne izin istenir, ne de alınırdı. Bu, Tacitus'un anlatmış bulunduğu biçimde silahlı Cermen bilelikleri (suites armées) tarafından yapılan özel seferlere tamamen benzer; şu ayrımla ki, Cermenlerde bilelikler (suites, °maiyetler) daha sürekli bir niteliğe sahiptir, barış zamanlarında örgütlenmiş ve savaş durumunda çevresinde öbür gönüllülerin toplandığı sağlam bir çekirdek oluştururlar. Bu savaşçı müfrezeler ender durumlarda kalabalık olurlardı; yerlilerin en önemli savaş seferleri, hatta uzun aralıklı olanları bile, çok küçük askeri güçlerle yapılırlardı. Bu birliklerden birkaçı, büyük bir girişim için biraraya geldikleri zaman, herbiri yalnızca kendi şefinin sözünü dinlerdi; sefer planının birliği, iyi-kötü, bu şeflerden kurulu bir konsey tarafından sağlanırdı. Ammianus Marcellinus'da anlatılmış olduğu gibi, Almanlar, 4.yüzyılda, Yukarı-Ren üzerinde, işte bu biçimde savaşıyorlardı. 

7° Bazı aşiretlerde, bir büyük şef [Oberhäuptling] buluyoruz, ama bunların yetkileri çok azdır. Büyük şef, çabuk davranılması gereken durumlarda, konsey toplanıp kesin karar alabilene kadar, geçici önlemler alması gereken saşemlerden biridir. Bu, gelişmenin hemen başlangıç aşamasında, bir görevliyi yürütme gücüyle donatmak için başvurulan bir girişimdir ki, gelişmenin gidişi içinde, hemen hep kısır kalmıştır; daha sonra göreceğimiz gibi, bu görevli, eğer her zaman değilse, çoğu durumda büyük askeri başkomutandan [oberster Heerführer] çıkacaktır. 

Amerika yerlilerinin büyük çoğunluğu, aşiret biçiminde toplanmanın ötesine geçemedi. Bu yerlilerin, nüfusu küçük, biri öbüründen geniş sınır bölgeleriyle ayrılmış, sürekli savaşlarla güçten düşmüş aşiretleri, az sayıda insanla geniş bir toprağı tutuyorlardı. Şurada burada geçici bir tehlike karşısında, evlenmeler dolayısıyla akrabalaşmış aşiretler arasında birlikler kuruluyor ve bu birlikler, tehlikenin dağılmasıyla birlikte, dağılıyorlardı. Ama, bazı bölgelerde, oldum olası akraba bulunan aşiretler, dağıldıktan sonra, sürekli federasyonlar biçiminde yeniden biraraya gelerek, ulusların meydana gelmesine doğru ilk adımı atıyorlardı. Birleşik Devletler'de, bu tür bir federasyonun en gelişmiş biçimini, İrokualarda buluyoruz. İrokualar, büyük bir olasılıkla Dakotalar büyük ailesinin bir dalını oluşturmakta bulundukları Missisipi'nin batısındaki topraklarını bırakarak, uzun dolaşmalardan sonra, bugünkü New-York eyaleti içine yerleştiler ve beş aşirete ayrıldılar: Senekalar, Kayugalar, Onondagalar, Oneidalar ve Mohavklar. Balık, av eti ve ilkel bir bahçıvanlıkla yaşıyor, hemen her zaman kazık bölmelerle çevrilmiş köylerde barınıyorlardı. Nüfusları hiçbir zaman 20.000'i geçmeyerek, beş aşiret içinde belirli bir sayıda gensler halinde, aynı dilin birbirine çok yakın lehçelerini konuşuyorlar, beş aşiret arasında paylaşılmış aynı toprak parçası üzerinde yaşıyorlardı. Bu toprak, yeni fethedilmiş olduğundan, yenmiş aşiretlerin, ezilmiş halka karşı kendiliğinden yaratılmış birliği, doğal olarak varlığını sürdürüyordu; bu birlik, en gecinden 15. yüzyılın başına doğru, bir "sonsuz konfederasyon" kurana kadar, gelişti; bu konfederasyon da, yeni güçlerinin bilincine vararak, hemen saldırıcı bir nitelik kazandı. Gücünün en yüksek noktasına vardığı zaman, 1675'e doğru, oturanlarını kısmen kovup, kısmen haraca bağladığı çevredeki geniş toprakları fethetmiş bulunuyordu. İrokualar konfederasyonu, yerlilerin, barbarlığın aşağı aşamasını aşmamış durumda bulundukları zaman (öyleyse, Meksika, Yeni-Meksika, ve Peru yerlileri hariç), erişmiş bulundukları en ileri toplumsal örgütlenmeyi gösterir. Konfederasyonun temel kuralları nelerdi, şimdi onu görelim: 

1° Eşitlik ve aşiretin bütün içişlerinde tam bir bağımsızlık temeli üzerinde, beş kandaş aşiretin sonsuz konfederasyonu. Bu kandaşlık, konfederasyonun gerçek temelini oluşturuyordu. Beş aşiretin üçü, ana-aşiretler adını taşıyordu, ve tıpkı kız-aşiretler adını taşıyan öbür iki aşiret gibi, bunlar da kendi aralarında kız kardeşti. Üç gens —en eskiler— hala yaşıyor ve beş aşiret içinde de temsil ediliyorlardı; üç başka gens, üç aşiret içinde temsil ediliyorlardı; bu genslerden her birindeki üyeler, beş aşiretin bütünü içinde, birbirinin kardeşiydi. Basit lehçe değişiklikleri bulunan ortak dil, ortak kökenin kanıtı ve belirtisiydi. 

2° Konfederasyon organı, sınıf ve saygınlık bakımından. Hepsi de birbirine eşit elli saşemden kurulu bir federal konseydi; konfederasyonun bütün işlerini, tam yetkiyle bu konsey kararlaştırırdı. 

3° Konfederasyonun. kuruluşu sırasında bu elli saşem, salt konfederasyon erekleri bakımından yaratılmış yeni görevlerin sahipleri olarak, aşiret ve gensler arasında dağıtılmışlardı. Bunlar, görevin her yeni açılışında, ilgili gensler tarafından yeniden seçilirler ve gene onlar tarafından görevden alınabilirlerdi; ama onlara görev ve yetki vermek hakkı, federal konseye aitti. 

4° Bu federal saşemler, aynı zamanda kendi aşiretlerinde de saşemdiler ve aşiret konseyinde yerleri ve oyları vardı. 

5° Federal konseyin bütün kararlarının oybirliğiyle alınması gerekirdi. 

6° Oy, aşiret tarafından verilirdi; öyle ki; geçerli bir karar alınabilmesi için, her aşiret ve her aşiret içinde bütün konsey üyelerinin, onaylarını bildirmeleri gerekirdi. 

7° Beş aşiret konseyinden herbiri, federal konseyi toplanmaya çağırabilirdi, ama federal konsey kendi kendini toplanmaya çağıramazdı. 

8° Oturumlar, toplanmış bulunan halkın önünde yapılırdı; her İrokualı erkek, oturumlarda söz alabilirdi; karar, yalnızca konseye aitti. 

9° Konfederasyonun başına kimse konmamıştı; konfederasyonu yürütme gücüne sahip başkanı yoktu. 

10° Buna karşılık konfederasyonun aynı yetkilere ve aynı güce sahip iki yüksek savaş şefi vardı. (Ispartalılarda iki "kral", Roma'da iki konsül.) 

İşte, İrokuaların dörtyüz yıldan çok bir zamandan beri içinde yaşadıkları ve hala yaşamakta bulundukları kamu düzeni budur. Bunu, Morgan'a dayanarak ayrıntılı bir biçimde anlattım; çünkü burada, henüz devlet nedir bilmeyen bir toplumun örgütlenmesini irdeleme olanağına sahip bulunuyoruz. Devlet, kendisini oluşturan yurttaşlar topluluğundan ayrı, özel bir kamu gücünün varlığını gerektirir; ve Cermen mark'ının yapılışını, bu yapı daha sonra devletin ana temelini sağlamaya aday olduğu halde, doğru bir içgüdüyle, devletten öz bakımından ayrı, özü gereği salt toplumsal bir kuruluş olarak kabul eden Maurer, sonuç olarak, bütün yazılarında, ilkel mark, köy, derebeylik toprakları (seigneuries) ve kent kuruluşlarından yola çıkarak ve onların yanısıra, kamu gücünün yavaş yavaş nasıl oluştuğunu irdeler. Aynı kökten gelen bir halkın, geniş bir kıta üzerine yavaş yavaş nasıl yayıldığını; aşiretlerin, bölünerek, nasıl halklar, değişmez aşiret grupları haline geldiklerini; dillerin bunlar arasında, yalnızca anlaşılmaz bir hale gelene kadar değil, aslında aralarındaki ilkel birliğin hemen hemen bütün izleri silinecek ölçüde nasıl değiştiklerini; ayrıca, aşiretler arasında, çeşitli genslerin nasıl birçok parçalara ayrıldığını, ana-genslerin, kabile olarak nasıl sürüp gittiklerini ve bu en eski gens adlarının, birbirinden çok uzak ve uzun süreden beri ayrılmış bulunan aşiretler içinde nasıl süregeldiklerini —yerli aşiretlerin çoğunda, Kurt ve Ayı, hala gentilice adlardır—, Kuzey Amerikan yerlileri arasında görürüz. Ve yukarda anlatılan yapı genel olarak bütün bu aşiretlere uygun düşer — yalnızca şu ayrımla ki, bu aşiretlerden çoğu, akraba aşiretler arasındaki konfederasyona kadar gelişmemiştir. 

Ama, bir kez gens toplumsal birim olarak ortaya çıkınca, bütün gensler, kabileler ve aşiret yapısının, ne derecede bu birimden itibaren hemen hemen kaçınılmaz bir zorunlulukla geliştiğini de görürüz — kaçınılmaz, çünkü bu doğal bir gelişmedir. Bu gruplardan her üçü de, herbiri bir bütün oluşturan ve kendi işlerini kendi gören, ama gene de herbiri öbürünü tamamlayan farklı derecelerde kandaşlık gruplarıdır. Ve onlara düşen işlerin çerçevesi, aşağı aşamaya ait bulunan barbarın bütün kamu işlerini kapsamına alır. Öyleyse, halk içinde toplumsal birim olarak gensi bulduğumuz her yerde, aynı zamanda, anlatmış bulunduğumuza benzer bir aşiret örgütünü arayabiliriz; ve Yunanlılarla Romalılarda olduğu gibi, yeterli kaynaklara sahip bulunduğumuz zaman, yalnızca bu örgütü bulmakla kalmayacak, ayrıca şuna da inanacağız ki, kaynaklara sahip bulunmadığımız yerde, Amerikan toplumsal yapılaşmasıyla karşılaştırma, kuşkuları ve en güç açmazları çözmede bize yardımcı olur. 

Ve bütün saflığı ve yalınlığıyla, bu gentilice örgütlenme, ne hayranlığa değer bir yapılaşmadır! Askersiz, jandarmasız, polissiz, soylular sınıfı yok, ne kral, ne hükümet, ne vali, ne yargıç, hapissiz, davasız, her şey düzenli bir biçimde gider. Bütün kavgalar, bütün çekişmeler, ilgili kimselerin topluluğu, [yani -ç.] gens ya da aşiret, ya da kendi aralarında çeşitli gensler tarafından bir sonuca bağlanır, — aslında bizim ölüm cezamızın, uygarlığın bütün üstünlük ve bütün sakıncalarıyla, uygarca biçiminden başka bir şey olmadığı kan davası (vendetta) tehdidi, yalnızca son ve ender uygulanan bir çare olarak işe karışır. Kamusal işlerin günümüzdekilerden çok daha büyük sayıda olmalarına karşın —ev ekonomisi, bir dizi aile içinde ortaklaşa ve komünist [bir nitelikte -ç.]'dir; toprak, aşiretin mülkiyetindedir: yalnızca küçük bahçeler, geçici olarak evleklere bırakılmıştır— gene de bizim geniş ve karmaşık yönetim aygıtımıza hiçbir gereksinme duyulmamıştır. Her şeyi ilgililer kararlaştırır ve çoğu durumda, yüzlerce yıllık bir töre, her şeyi önceden düzenler. Yoksul ve gereksinenler bulunamaz —komünist ev ekonomisi ve gens, yaşlılar, hastalar, savaş sakatları karşısındaki görevlerini bilir. Herkes eşit ve özgürdür, — kadınlar dahil. Henüz genel olarak yabancı aşiretlerin köleleştirilmesi için olduğu gibi, köleler için de yer yoktur. İrokualar,1651'e doğru Erieleri, "tarafsız ulus"u[167] yendikleri zaman, onlara eşit haklarla konfederasyona girmeleri önerisinde bulundular; ancak yenilenler bu öneriyi kabul etmedikleri zamandır ki, topraklarından kovuldular. Ve böylesine bir toplum, ne [yaman-ç.] erkekler, ne [yaman-ç.] kadınlar yetiştirir; buna, bozulmamış yerlileri tanımış bulunan bütün Beyazlar, bu barbarların kişisel onur, doğruluk, karakter gücü ve yiğitliği için duydukları hayranlıkla tanıklık ederler. 

Bu yiğitliğe gelince, bunun en yeni örneklerini Afrika'da gördük. Birkaç yıl önce Zulular, birkaç ay önce de Nubiyenler —gentilice kurumların henüz ölmemiş bulunduğu iki aşiret—, hiçbir Avrupa ordusunun yapamayacağı şeyi yaptılar.[168] Ateşli silahlardan yoksun, yalnızca kargı ve mızraklarla, —meydan savaşında dünya birincisi olarak tanınan— Britanya piyadesinin çabuk atışlı tüfeklerinin kurşun yağmuru altında, silahların arasındaki büyük farka karşın ve askeri hizmet nedir, talim nasıl yapılır bilmedikleri halde, İngiliz süngülerinin ucuna kadar ilerlediler ve onları birkaç kere sarstılar, hatta püskürttüler. Nelere katlanıp neler yapabileceklerine, bir Kafr'ın, yirmidört saatte, bir attan daha çok yolalabildiğinden yakınarak, bizzat İngilizler tanıklık ediyorlar; bir İngiliz ressamı, [bu adamlarda -ç.] en küçük kasın bile kabarık, bir kamçı kayışı gibi sert ve gergin olduğunu söylüyor. 

İşte, çeşitli sınıflar halinde bölünme olmadan önce, insanların ve insan toplumunun durumu buydu. Eğer onların durumunu, günümüzdeki uygar insanlardan büyük bir çoğunluğun durumuyla karşılaştırırsak, bugünün proleter ya da küçük köylüsüyle, gensin eski özgür üyesi arasındaki farkın büyük olduğunu görürüz. 
Bu, işin, bir yanı. Ama unutmayalım ki, bu örgütlenme yıkılmaya adaydı. Aşiretten öteye geçmedi; daha sonra görüleceği, ve daha önce, İrokualar tarafından yapılan uyruklaştırma girişimlerinde görülmüş olduğu gibi, aşiretler konfederasyonu, bunlardaki gerilemenin başlangıcını oluşturur. Aşiretin dışında olan şey, hukukun da dışındaydı. Kesin bir barış antlaşması olmadığı yerde, iki aşiret arasında savaş hüküm sürerdi; savaş, insanları öbür hayvanlardan ayırdeden bir yırtıcılıkla yürütülürdü; ama zamanla, yarar sağladığı için, bu yırtıcılık hafifletildi. Amerika'da görmüş olduğumuz gibi, en yüksek gelişme noktasına varmış gentilice kuruluşta, tamamen başlangıç durumunda (embryonnaire) bir üretim, ve bunun sonucu, geniş bir toprak üzerinde son derece seyrek bir nüfus bulunuyordu; bu kuruluş içinde, insan, önünde yabancı olarak dikilen ve anlayamadığı dış dünyaya, çocuksu dinsel tasarımlarında yansıyan, hemen hemen tam bir kulluk durumundaydı. Aşiret, insan için bir sınır olarak kalıyordu: yabancı karşısında olduğu kadar, kendisine karşı da: aşiret, gens ve kurumları, kutsal ve dokunulmazdı; bireyin duygu, düşünce ve eylemlerini tamamen egemenlikleri altında bulunduran, doğa tarafından verilmiş üstün bir güç oluşturuyorlardı. Bu çağın insanları bize ne kadar gösterişli görünüyorlarsa, birbirlerine karşı o kadar alçakgönüllü idiler; Marx'ın dediği gibi, henüz ilkel topluluğa göbekbağı ile bağlıydılar. Bu ilkel topluluğun gücünün kırılması gerekiyordu — ve kırıldı. Ama, bu ilkel topluluğun gücü, bize daha ilk anda bir alçalma, eski gentilice toplumun yürek temizliği ve ahlak yüksekliğinden bir ilk (originelle) düşüş olarak görünen etkiler tarafından kırıldı. Yeni uygar toplumu, sınıflı toplumu başlatan şeyler, —açgözlülük, zevk,düşkünlüğü, cimrilik, ortak mülkiyetin bencil yağması gibi— en aşağılık çıkarlardır; eski sınıfsız toplumu kemiren ve yıkılmasını sağlayan şeyler, —hırsızlık, zor, kalleşlik, ihanet gibi— en utandırıcı araçlardır. Ve bizzat, yeni. toplum, varlığının ikibinbeşyüz yıllık süresince, küçük bir azınlığın, büyük bir sömürülenler ve ezilenler çoğunluğu zararına gelişmesinden başka hiçbir şey olmadı ve bugün, her zamandan da çok, böyledir. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.