Yer yokluğundan ötürü, günümüzde bile, birbirinden çok farklı yabanıl ve barbar halklarda çok saf bir biçim altında sürüp giden gentilice kurumların ayrıntısına girmekten, ya da, Asya'daki uygarlaşmış halkların eski tarihleri içinde bu kurumların izlerini aramaktan vazgeçeceği [Biri ya da öbürü, her yanda bulunur. Birkaç örnekle yetiniyoruz: Gens bugünkü gibi bilinmezden önce, onu ters anlamakta herkesten çok başarı göstermiş olan kişi, Mac Lennan, Kalmuklar, Çerkezler, Samoyedler,[23] ve üç Hint halkı olan Varaliler, Magarlar ve Munnipurilerde ana çizgileri ile gensin varlığını göstermiş ve onu doğru bir biçimde betimlemiştir. Yakın zamanlarda, M. Kovalevski, Pşavlar, Şevsürler, Svanetler ve öbür Kafkas aşiretleri içinde gensi bulguladı ve anlattı.] Biz yalnızca, Keltler ve Cermenlerde gens[in varlığı] üzerine bazı bilgiler vereceğiz.
Bize kadar ulaşmış en eski Kelt yasaları, gensin hâlâ dipdiri olduğunu gösteriyor; gens, İrlanda'da, İngilizler tarafından zorla yıkıldıktan sonra, günümüzde, hiç değilse içgüdüsel bir biçimde, halk bilincinde gene de yaşamaktadır; İskoçya'da, son yüzyılın [18. yüzyıl, -ç.] ortalarına doğru henüz dipdiriydi, ve orada da, ancak İngiliz silahları, İngiliz yasaları, İngiliz mahkemeleri önünde yenik düştü.
İngiliz fethinden[172] birkaç yüzyıl önce, en geç 11. yüzyılda, yazıyla saptanmış bulunan en eski Gal yasaları da eskiden genel nitelikçi bir törenin ayrıksın kalıntılarından başka bir şey olmasa bile, köylülerin, toplu durumda, tarlalarında ortaklaşa çalıştıklarına hâlâ tanıklık ederler; her ailenin üzerinde kendi hesabına çalıştığı beş akr toprağı vardı; bunun yanısıra, büyük bir toprak, ortaklaşa ekiliyor ve bunun ürünü de paylaştırılıyordu. Hatta Gal yasaları üzerinde yeni bir irdeleme (yararlandığım notlar 1869 tarihini taşıyor,[173] ama yeni bir irdeleme için zamanım yok) dolaysız bir kanıt sağlayamasa bile, İrlanda ile İskoçya arasındaki benzerlik, bu köy topluluklarının gensleri ya da genslerin bölümlerini temsil ettiklerinden kuşkuya yer bırakmaz. Ama Gal belgelerini, ve onlarla birlikte İrlanda belgelerinin doğrudan doğruya tanıtladıkları şey şudur ki, 11. yüzyılda Keltlerde, tek-eşlilik asla iki başlı evlenmenin yerini almamıştır. Galler ülkesinde, bir evlilik, ancak yedi yıl sonunda bozulmaz, daha doğrusu feshedilmez duruma geliyordu. Yedi yıldan yalnızca üç gece de eksik olsa, eşler ayrılabilirlerdi. O zaman, paylaşmaya geçilirdi: kadın payları ayırır, erkek de kendi payını seçerdi. Eşyalar, çok gülünç bazı kurallara göre paylaşılırdı. Evliliği erkek bozarsa kadına çeyizini geri vermek, üstelik buna bir şeyler de eklemek zorundaydı; kadın bozarsa, payı [erkekten -ç.] daha küçük olurdu. Erkek, çocukların ikisini, kadın, birini, [erkeğin götürdüğü -ç.] iki çocuk arasında olanı [ortancayı -ç.] alırdı. Eğer kadın, ayrıldıktan sonra bir başka kocaya varır, ve ilk kocası onu geri almaya gelirse, yeni evlilik yatağına ayak atmış bile olsa, eski kocasıyla gitmek zorundaydı. Ama, erkekle kadın yedi yıl birlikte yaşamışlarsa, hatta önceden resmen evlenmemişlerse bile, karı-koca olurlardı. Kızların evlenmeden önce iffetli yaşamaları, ne sıkı sıkıya gözetilen, ne de şart koşulan bir şeydi; bu konuyu düzenleyen önlemler çok hafif niteliktedir ve burjuva ahlakına hiç uymaz. Eğer kadın kocasını aldatırsa, koca onu dövme hakkına sahipti (yalnızca dövmesine izin verilen üç durumdan birinde; bunlar dışında karısını döverse, koca, cezaya çarptırılırdı), ama, bundan sonra, başka hiçbir gönül onarımı (tarziye) isteyemezdi; çünkü, "bir suç için, ya kefaret, ya da öç alma istenebilirdi, ama ikisi birden istenemezdi".[174]
Kadın, birçok nedenlerle, ayrılma sırasında haklarından hiç bir şey yitirmeksizin, boşanmayı isteyebilirdi: kocanın ağzının kokması yeterdi. İlk gece hakkı (gobr merch, ortaçağsal marcheta, Fransızcadaki marquette adı buradan gelir) için aşiret başkanı ya da krala ödenmesi gereken fidye, yasada (code) büyük bir rol oynar. Kadınlar, halk meclisinde oy hakkına sahiptiler. Ekleyelim ki, İrlanda'da da benzer koşulların varlığı tanıtlanmıştır; orada da belirli süreli evlilikler olağan işlerdendi ve ayrılma durumunda, kadına, uyulması zorunlu çıkarlar ve hatta ev hizmetleri için bir zarar ödentisi sağlanıyordu; orada da, öbür kadınların yanısıra bir "birinci kadın" ortaya çıkıyor ve miras paylaşımı sırasında; meşru ve meşru-olmayan, çocuklar arasında hiçbir ayrım yapılmıyordu, — böylece, Kuzey Amerika'daki evlenme biçiminin yanında daha sert göründüğü, ama, Sezar çağında henüz grup halinde evlilik durumunda bulunan bir halk içinde, 11. yüzyılda hiç de şaşırtıcı olmayan bir ikibaşlı-evlilik görüntüsüne sahip bulunuyoruz.
İrlanda gensi (sept, aşiret clainne, klan denir), yalnızca eski hukuk kitaplarınca değil, ayrıca klan topraklarını İngiltere kralının yurtluğu durumuna dönüştürmek için gönderilen 17. yüzyıl İngiliz hukukçuları tarafından da doğrulanmış ve betimlenmiştir. Şefler daha önce kendi özel mülkleri yapmamış oldukları ölçüde, şu son zamana kadar, toprak, klan ya da gensin ortak mülkiyetindeydi. Bir gens üyesi öldüğü, yani bir ev ekonomisi ortadan kalktığı zaman, şef (İngiliz hukukçuları buna caput cognationis diyorlardı), bütün toprakları, geri kalan ev ekonomileri arasında yeniden paylaştırıyordu. Bu paylaşma, ana çizgileri ile, Almanya'da geçerli olan kurallara göre yapılıyordu. Şimdi bile, birkaç köy toprağı —kırk-elli yıl önce, bunların sayısı pek çoktu— rundale denilen durumda bulunuyor. Köylüler —eskiden gensin ortak malı olan ve İngiliz fatihlerince çalınan toprağın bireysel kiracıları—, herbiri ayrı ayrı kendi paylarının kirasını öderler, ama bütün tarla ve çayır paylarını birleştirerek, bunları, toprakların durumu ve niteliğin göre Moselle kıyılarında denildiği gibi Gewanne halinde bölerler ve herkese, her "Gewann" içindeki payını verirler; bataklık ve otlakları ortaklaşa kullanırlardı. Daha elli yıl önce, zaman zaman, bazan her yıl, yeni bir paylaşma yapılırdı. Bir rundale köyünün toprak haritası, tamamen, Moselle, ya da Hochwald'daki bir Alman Gehöferschaft'ının görünümünü taşır. Gens aynı şekilde, "bölüntüler" (factions) içinde de yaşamaya devam eder. İrlanda köylüleri, çoğunlukla, görünüşte tamamen gülünç ya da saçma ayrımlara dayanan, İngilizler için tamamen anlaşılmaz kalan ve bir bölüntünün (faction) öbürüne karşı hır çıkarmaktan başka erek taşımadığı sanısını veren karşıt bölüklere (partis) ayrılırlar. Bunlar, parçalanmış genslerden arta kalan ve başka kuruluşlar içinde kendini gösteren yapay yeniden-dirilişlerdir ki, soydan geçme gentilice içgüdünün dayanıklılığını, kendi tarzlarında, ortaya koyarlar. Zaten, bazı bölgelerde, gens üyeleri, hâlâ kendi eski toprakları üzerinde azçok toplu durumda bulunmaktadırlar; işte bundan ötürüdür ki,1830'a doğru, Monaghan kontluğunda yaşayanların büyük çoğunluğu yalnızca dört soyadı altında toplanıyorlardı; yani dört gens ya da dört klandan geliyorlardı.[24]
İskoçya'da, gentilice, düzenin yıkılışı, 1745 ayaklanmasının[176] bastırılmasıyla başlar. İskoç klanını, özellikle bu gentilice düzenin hangi zinciri temsil eder, bu henüz tanıtlanması gereken bir şeydir; ama böyle bir zincirin varlığından kuşku duyulamaz. Walter Scott'un romanlarında, bu Kuzey İskoç klanının gözümüzün önünde yaşadığını görüyoruz. Bu klan üzerine Morgan şöyle der:
"Örgütlenmesi ve zihniyetiyle gensin yetkin bir örneği, gentilice yaşamın gens üyeleri üzerindeki etki gücünün çarpıcı bir örneği. ... Kavga ve kan davalarında, toprağın klanlar tarafından paylaşılmasında, toprağı ortaklaşa işletmelerinde, klan üyelerinin, şeflerine ve birbirlerine karşı bağlılıklarında, gentilice toplumun her yerde yinelenen çizgilerini buluyoruz. ... Soyzinciri, babalık hukukuna göre hesaplanıyordu, öyle ki, kadınların çocukları kendi babalarının klanlarına geçtikleri halde, kocaları kendi klanlarında kalıyorlardı."[177]
Ama, Bed'in dediğine bakılırsa, Piktler'in kral ailesinde, kadın soyundan miras düzeni yürürlükteydi ki, bu olgu, eskiden İskoçya'da analık hukukunun hüküm sürdüğünü kanıtlar. Hatta Galler'de olduğu gibi Skotlar'dan da evvel zamandaki ortak kocaların son temsilcisi bulunan klan şefi ya da kralın, eğer bu hak parayla satın alınmamışsa, bütün nişanlı kızlar üzerinde meşru olarak kullanabildikleri ilk gece hakkı içinde, iki-başlı-ailenin bir kalıntısı, ortaçağa kadar varlığını sürdürmüştür.
*
Kuşkusuz, Cermenler, büyük akınlara (kavimler göçüne) kadar, gensler biçimindeki örgütlenmişlerdi: Tuna, Ren, Vintüs ve Kuzey Denizi arasında bulunan toprakları, ancak milattan az önceleri işgal etmiş olabilirler. Simbrler'le Tötonlar henüz tam göç halinde bulunuyorlardı ve Süevler, ancak Sezar çağında sabit yerlere yerleştiler. Süevlerden sözederken, Sezar açıkça onların gensler ve akrabalıklar (gentibus cognationibusque) bakımından yerleşmiş olduklarını söyler; ve Julia gensinden bir Romalının ağzında, bu gentibus sözcüğünün, hiç bir kanıtla değiştirilemeyecek kesin bir anlamı vardır. Bütün Cermenler için durum aynıdır; hatta fethedilen Roma illerinin kolonizasyonu, gene gensler bakımından yapılmışa benzer. Alman halk hukuku, halkın, Tuna'nın güneyinde, fethedilen topraklar üzerinde, soylar (genealogiae)[178] bakımından yerleştiğine tanıklık eder. Genealogia sözcüğü, tamamen, daha sonra mark ya da Dorfgenossenschaft[25] deyimlerinin kullanıldığı anlamda kullanılmıştır. Kovalevski, son zamanlarda, bu genealogiae'lerin, toprağın aralarında paylaşıldığı, ve ancak, daha sonra gelişerek, köy topluluklarını oluşturan büyük ev toplulukları oldukları düşüncesini yaydı. Öyleyse, Burgondlarla Lombardlarda —yani gotik bir halk topluluğuyla, herminoniyen ya da Yukarı-Alman bir halk topluluğunda—, tamamen değilse bile, aşağı yukarı, Alman yasasında genealogia denilen şeyi belirleyen fara terimi için de durum aynıdır. Burada, aslında gens karşısında mı, yoksa ev ortaklığı karşısında mı bulunduğumuzu daha yakından incelemek doğru olur.
Dilbilimle ilgili yapıtlar, bütün Cermenler arasında gensi belirtmek için [kullanılan -ç.] ortak bir deyim olup olmadığı, varsa bu deyimin ne olduğu konusunda, bizi yeteri kadar aydınlatmıyor. Kaynak bakımından (étymologiquement), Yunanca genos (Latince gens) terimi, gotik kuni, Orta-Yukarı-Almanca künne sözcüklerine karşılık düşer ve bu anlamda kullanılmıştır. Analık hukuku zamanlarının belirtisi [olarak -ç.] kadın anlamına gelen sözcük, aynı kökten türer; Yunanca, fynê; Slavca, zena; gotik, qvino; eski Norveç dilinde, kona, kuna. —Lombardlarla Burgondlarda, daha önce işaret etmiş olduğumuz gibi, Grimm'in varsayılı (hypothtique, farazi) bir kökten, fisan'dan (meydana getirmek, doğurmak) türettiği fara sözcüğünü buluyoruz. Ben, göç halinde bulunan, birbirine akraba bulundukları apaçık genslerden meydana gelen kolonun kalımlı bir grubunu adlandırmak ve önce doğuya, sonra batıya doğru yüzyıllarca süren göçler sırasında, aynı kökenden gelen bütün bir topluluğu yavaş yavaş bu adlandırma kapsamına sokmak için, daha açık bir türem (dérivation) olan faran'a (fahren, çekip gitmek) başvurmayı yeğlerim—. Bir de, gotik sibya, Anglo-Sakson sib, eski Yukarı-Almanca sippia, sippa, Sippe[26] sözcüğü var. Eski Norveç dilinde, yalnızca çoğul sifjar, akrabalar bulunur; tekil, ancak tanrıça adı, Sif olarak vardır. Sif olarak vardır. — Son olarak, Hildebrand Hadubrand'a: "Bu halkın erkekleri arasında baban hangisi, ya da sen hangi ailedensin?" (eddo huêlîhhes cnuosles du sîs) diye sorduğu zaman, Hildebrand Türküsü'nde[179] başka bir deyim daha ortaya çıkar.
Eğer gensi anlatmak için ortak bir cermenik sözcük var idiyse, bu herhalde, gotik kuni'den başkası olamazdı; bu varsayımdan yana tanıklık eden şey, yalnızca akraba dillerdeki karşılık deyimle bu deyimin özdeşliği değil, bundan başka başlangıçta gens ya da aşiret şefi anlamına gelen kuning (König, kral) teriminin bu kuni sözcüğünden türemesi olgusudur. Sibja, Sippe (büyük ataerkil aile), tutulması gereken bir sözcüğe benzemiyor; çünkü eski Norveç dilinde, sifjar yalnızca kandaşları belirlemekle kalmaz, ayrıca evlenmeyle kurulan akrabalıkları da anlatır, öyleyse, en azından iki gens üyelerini kapsar; bunun sonucu, sif sözcüğü, gensi belirleyen deyim olarak kullanılmış olamaz.
Tıpkı Meksikalılar ve Yunanlılarda olduğu gibi, savaş düzeni, Cermenlerde de, süvari bölükleri için olduğu kadar, piyade kolları için de, gentilice gruplar tarafından meydana getirilmişti; eğer Tacite: "aileler ve akrabalar tarafından" diyorsa, bu belirsiz deyim, gensin, onun zamanında Roma'da yaşayan bir birlik olmaktan çoktan beri çıkmış bulunması olgusuyla açıklanır.
Tacite'te durumu aydınlatan bir parça var; burada şöyle der: annenin erkek kardeşi, yeğenini kendi oğlu gibi bilir; ve hatta bazıları, dayı ile yeğen arasındaki kan bağını, babayla oğul arasındaki kan bağından daha kutsal ve daha sıkı sayarlar; öyle ki, birini bağlamak için rehineler istendiği zaman, kız kardeşinin oğlu, onun kendi öz oğlundan daha sağlam bir güvence olarak kabul edilir. Burada, analık hukukuna göre örgütlenmiş, öyleyse ilkel gensin henüz yaşamakta olan bir öğesini görüyoruz ve bu öğe, özellikle Cermenleri belirleyen bir özelliktir.[27] Eğer böyle bir gensin bir erkek üyesi, kendi öz oğlunu, bir andına karşılık rehin olarak verir, bu oğul, babasının andını bozmasının kurbanı olarak ölürse, baba, bundan dolayı yalnızca kendine karşı sorumludur. Ama, eğer kurban edilen, bir kız kardeş oğlu [yeğen -ç.] olsaydı, bu en kutsal gentilice hukuka karşı bir saldırı meydana getirirdi: en yakın gentilice akraba, çocuk ya da genç adamı başka herkesten önce korumakla yükümlü bulunan kimse, onun ölümüne yol açıyordu; ya çocuğu rehin olarak vermemeliydi, ya da verdiği sözü tutmalıydı. Cermenlerde gentilice örgütlenmenin başka bir tek izine sahip olmasaydı bile, bu parça gene de yeterdi.
Völuspâ'dan, yani tanrıların çöküşü ve dünyanın sonu üzerine eski bir İskandinav şarkısından bir parça sekiz yüzyıl kadar sonrasına ait olduğu için, daha da aydınlatıcıdır. Bang ve Bugge tarafından kanıtlanmış olduğu gibi, içine hıristiyanlığa ilişkin öğeler de karışmış bulunan bu "kadın-peygamber vizyonu"nda, büyük yıkımdan önceki genel ahlak bozukluğu ve çürüme anlatılırken, şöyle deniyor:
Broedhr munu berjask munu systrungar
ok at bönum verdask sifjum spilla
"Erkek kardeşler savaşacaklar ve birbirlerinin katilleri olacaklar, kız kardeş çocukları aile topluluklarını paramparça edecekler."
Systrungar, "annenin kız kardeşinin oğlu" demektir; ve bunların, kandaş akrabalıklarını yadsımaları, ozana, kardeş katilliğinden de ağır bir suç gibi görünür. Ağırlaşma, ana tarafından akrabalığı belirten systrungar sözcüğü ile anlatılmıştır; eğer onun yerinde syskina- börn, kız ve erkek kardeş çocukları, ya da syskina- synir, kız ve erkek kardeş oğulları olsaydı, metnin ikinci şatırı; birinciye göre bir güçlenme meydana getirmez, tersine onu güçsüzlendirirdi. Demek ki; hatta Völuspâ'nın yaratıldığı Vikingler çağında bile, analık hukukunun anısı İskandinavya'da henüz silinmemişti.
Öte yandan, Tacite zamanında, [hiç değilse Tacite'in yakından tanıdığı) Cermenler arasında, babalık hukuku, analık hukukunun yerini almıştı; miras babadan çocuklara geçiyordu; çocuk yoksa, miras, erkek kardeşlere, dayı ve amcalara gidiyordu. Dayının mirasa kabulü, yukarda sözü edilen törenin korunmasıyla ilişkilidir, ve aynı zamanda, babalık hukukunun bu çağda, Cermenler arasında ne kadar yeni olduğunu kanıtlar. Ortaçağa kadar analık hukukunun izlerine rastlanır. Ortaçağda bile, özellikle serfler arasında, babalığa pek de güvenilmezdi; bundan ötürü, bir senyör, kaçmış bulunan bir serfi bir kentten geri istediği zaman, örneğin Augsbourg, Bale ve Kaiserslautern'de geri istenen adamın serf olduğunun, hepsi de ana tarafından, en yakın altı kandaş akrabası tarafından yeminle doğrulanması gerekiyordu. (Maurer, Stadteverfassung, I, s. 381.)
Analık hukukunun yakın zamanlarda kaybolmuş bulunan bir başka kalıntısı da, Cermenlerin kadınlara karşı gösterdikleri, Romalılar için hemen hemen anlaşılmaz bir şey olan; saygıdır. Cermenlerle yapılan andlaşmalarda, soylu aile kızları en güvenilir rehineler olarak kabul ediliyorlardı: kadın ve kızlarının tutsaklık ve köleliğe düşebilecekleri fikri, Cermenler için tüyler ürpertici bir şeydir ve savaşta onların cesaretini her şeyden çok bu kamçılar; onlar kadında kutsal ve peygamberce bir şey görürler; en önemli işlerde bile kadının sözüne kulak verirler; Velléda, Lippe kıyılarının bu brükterzs rahibesi, Cermen ve Belçikalıların başında bulunan Claudis'in Goller'deki Roma egemenliğini temelden sarstığı bütün Batav ayaklanmasının yönetici ruhu olmuştur.[180] Evde, kadının otoritesi söz götürmez gibidir: bütün işler, aslında, onun, yaşlıların ve çocukların sırtındadır; erkek, avcılık yapar, içer ya da tembellik eder. Böyle söyler Tacite; ama toprağı kimin ektiğini söylemediğine ve kölelerin angarya (corvée) yapmayıp, haraç (redevance) ödediklerini açıkça belirttiğine göre, ergin erkekler topluluğunun, toprağın ekimi için biraz çalışmış olmaları gerekir.
Evlilik biçimi, daha önce de söylediğimiz gibi, azçok tek-eşliliğe yönelen iki-başlı-evlilikti. Büyük kişiler için çok-karılılığa izin olduğuna göre, bu henüz tam bir tek-eşlilik değildi. Genellikle, (Keltler'dekinin tersine) genç kızların iffetine çok önem veriliyordu. Tacite, Cermenler arasında evlilik bağının bozulmazlığından da, özel bir coşkunlukla sözeder. Boşanma nedeni olarak yalnızca kadının eşaldatmasını gösterir. Ama anlattıklarında bazı eksiklikler vardır ve erdem aynasını, kasıtlı bir biçimde, ahlakı bozulmuş Romalıların yüzüne tutar. Kesin olan bir şey var: Eğer Cermenler, kendi ormanlarında, gerçekten birer erdem örneği idiyseler, onları öbür ortalama Avrupalılarla aynı düzeye indirmek için, dış dünyayla çok hafif bir buluşukluk yetmiştir; Roma dünyasında, törelerindeki sıkı çileciliğin (austérité) son izleri, Cermen dilinden çok daha çabuk kayboldu. Bu konuda daha çok Gregoire de Tours'u okumak gerekir. Cermenyanın balta girmemiş ormanlarında, Roma'daki gibi, incelmiş cinsel zevklerin hüküm süremeyeceği ortadadır; öyleyse, bu alanda da, hiçbir yerde bütün bir halk içinde asla hüküm sürmemiş olan cinsel perhizi kendilerine maletmeksizin, Cermenlerin Roma dünyasından hayli üstün durumda bulunduğunu söyleyebiliriz.
Babanın ya da akrabaların, düşmanlıklarını olduğu kadar; dostluklarını da miras olarak alma zorunluluğu, kaynağını gentilice örgütlenmeden alır; wergeld, [yani -ç.] öldürme ve yaralama olaylarında kan davasının yerini tutan para cezasında da, durum aynıdır. Bir kuşak öncesine kadar, özgül bir Cermen kurumu olarak bilinen bir wergeld, bugün, gentilice düzenden çıkmış kan davasının yumuşamış ve çok genelleşmiş bir biçimi olarak; yüzlerce halk arasında görülmektedir. Bu kurumu, tıpkı konukseverlik zorunluluğu gibi, başka kurumlarla birlikte, Amerika yerlileri arasında da buluyoruz: Tacite'in (Germanie, bölüm 21) konukseverliğin yerine getirilme biçimi hakkında yaptığı betimleme, Morgan'ın kendi yerlileri hakkında yaptığı betimlemeye hemen hemen ve ayrıntılarına kadar, tamamen uyuyor.
Tacite'in Cermenlerinin, ekilebilir toprakları [toprağın ortaklaşa ekimine son verecek biçimde -ç.] kesin olarak paylaşıp paylaşmadıkları ve bu sorunla ilgili parçaların yorumlanması üzerine yapılan ateşli ve bitmez tükenmez tartışmalar, şimdi geçmişe ait bulunuyor. Hemen hemen bütün halklarda geçerli olmak üzere, Sezar'ın Süevler için tanıklık ettiği gibi, gensin ve daha sonra komünist aile birliklerinin toprağı ortaklaşa ektikleri ve toprağın, devirli yeniden-dağıtımla (redistribution périodique) karı-koca ailelerine verilmesinin bundan sonra ortaya çıktığı saptandıktan, ayrıca, toprağın bu yeni devirli bölüşümünün, Almanya'nın bazı köşelerinde günümüze kadar sürdürüldüğü kanıtlandıktan sonra, artık bu tartışmayı sürdürmenin hiçbir yararı yoktur. Eğer Cermenler, Sezar'ın açıkça Süevlere malettiği toprakların ortaklaşa ekiminden (Sezar, Süevlerde bölüşülmüş, ya da özel tarlaların asla bulunmadığını yazar), Sezar'ı Tacite'den ayıran yüzelli yıl içinde, toprakların yıllık yeniden-dağıtımıyla, bireysel ekime geçmişlerse, bu, gerçekten önemli bir ilerlemedir. Bu kadar kısa bir zaman süresi içinde ve hiçbir yabancı karışması olmaksızın, bu aşamadan [toprağın ortaklaşa ekimi aşamasından -ç.] toprağın tam özel mülkiyetine geçiş, düpedüz olanaksızdır. Öyleyse, yalnızca Tacite'ten onun kuru terimlerle söylediklerini okuyorum: "Her yıl, sürülmüş toprakları değişirler (ya da yeniden paylaşırlar) ve bunlardan başka epeyce ortak toprak kalır." Bu, bu çağdaki Cermenlerin gentilice örgütlenmesine tamamen uygun düşen tarım ve topraktan yararlanma aşamasıdır.
Yukardaki paragrafı (alinéa), bundan önceki baskılarda olduğu gibi, hiçbir değişiklik yapmadan bırakıyorum. Bu arada, sorunun biçimi değişti. Kovalevski, (bkz. daha yukarda, s. 283-284) analık hukukuna göre düzenlenmiş komünist aileyle modern karı-koca ailesi arasında aracı bir aşama olarak, ataerkil ev topluluğunun, eğer genel değilse, çok yaygın varlığını tanıtladığından bu yana, artık Maurer ve Waitz'in tartışmalarında yapmış oldukları gibi, toprağın ortak mülkiyette mi, yoksa özel mülkiyette mi olduğu değil, ama ortak mülkiyet biçiminin ne olduğu araştırılıyor. Hiç kuşkusuz, Süevlerde, Sezar zamanında, yalnızca ortak mülkiyet değil, ayrıca toprağın topluluk hesabına ortaklaşa ekimi de vardı. İktisadi birimin gens mi, ev topluluğu mu ya da bu ikisi arasında bulunan komünist bir akrabalık grubu mu olduğu, veya toprağın durumuna göre, her üç grubun da aynı zamanda yanyana mı varoldukları sorunu üzerinde daha uzun zaman tartışılacaktır. Ama, Kovalevski, Tacite tarafından anlatılan durumun, mark ya da köy topluluğunun değil, ev topluluğunun varlığına dayandığını ileri sürer; [Kovalevski'ye göre, -ç.] köy topluluğu, ancak çok daha sonra, nüfus artışı sonucu, ev topluluğundan çıkmıştır.
Buna göre, [öyle anlaşılıyor ki -ç.] Cermenlerin; Romalılar zamanında işgal ettikleri topraklar üzerindeki yerleşme biçimleri, tıpkı daha sonra Romalılardan aldıkları topraklar üzerinde de olduğu gibi, köylerden değil, büyük aile topluluklarından oluşuyordu; bu büyük aile toplulukları, birçok kuşağı kapsıyor, üye sayılarına uygun düşen belirli genişlikte bir toprağı işlemek için alıyor ve çevredeki işlenmemiş topraklardan, komşularıyla birlikte, ortak mark olarak yararlanıyorlardı. Öyleyse, Tacite'in işlenmiş topraktaki değişiklikler üzerindeki parçasını, tarım-bilimsel anlamda değerlendirmek gerekiyordu; topluluk her yıl bir başka toprak alanını işliyor ve geçen yılın işlenmiş toprağını, ya dinlendirmek, ya da büsbütün işlemekten vazgeçmek üzere, olduğu gibi bırakıyordu. Nüfus yoğunluğu az olduğundan, toprak mülkiyeti üzerindeki bütün çatışmaları gereksiz kılmaya yetecek kadar ekilmemiş toprak her zaman bulunuyordu. Yüzyıllar sonra, ev toplulukları üyelerinin sayısı, o çağın üretim koşulları içinde, artık ortaklaşa çalışmayı olanaksız kılacak kadar arttığı zaman, ve ancak o zaman, ev toplulukları dağılmış olmalıydı; o zamana kadar ortak mülkiyette bulunan tarlalar ve çayırlar, o zaman, önce geçici, sonra sürekli olarak kurulan bireysel ev ekonomileri arasında, bilindiği şekilde üleştiriliyordu; ama ormanlar, çayırlar ve sular, ortak mülkiyette kalıyordu.
Rusya için, olayların bu oluşumu, tarih tarafından eksiksiz biçimde tanıtlanmışa benzer. Almanya ve ondan sonra öbür Cermen ülkelerle ilgili olarak, bu varsayımın, birçok bakımdan, şimdiye kadar kabul edilen ve köy topluluklarını Tacite çağına kadar çıkaran varsayıma göre, belgeleri daha iyi açıkladığı ve güçlükleri daha kolay çözümlediği yadsınamaz. Örneğin Codex Laureshamensis[181] gibi en eski belgeler, bütün olarak, ev topluluğu aracıyla, mark ve köy topluluğu aracıyla olduğundan çok daha iyi bir biçimde açıklanırlar. Ama öbür yandan, bu varsayım, ortaya çözümlenmesi gereken yeni güçlükler ve başka sorunlar çıkarır. Bunları ancak yeni araştırmalar çözümleyebilecektir. Bununla birlikte, ev topluluğu aracı aşamasının, Almanya, İskandinavya ve İngiltere için hayli doğru göründüğünü de yadsıyamam.
Cermenler, Sezar'da sabit konutlara daha yeni yerleşmiş, yada yerleşmek üzere oldukları halde, Tacite zamanında, arkalarında tam yüzyıllık bir yerleşik yaşam bulunuyordu; buna göre, yaşamak için zorunlu şeylerin üretimindeki ilerleme apaçıktır. Üstüste yığılmış ağaç gövdelerinden yapılma evlerde oturuyorlar; giysileri hâlâ ormanın ilkel izini taşıyor: kaba yünden palto, hayvan postları, kadınlar ve büyükler için keten gömlek. Besinleri, süt, et, yabanıl meyveler, ve Plinius'un eklediğine göre, yulaf çorbasından ibarettir (yulaf çorbası, bugün de, İrlanda ve İskoçya'da ulusal bir kelt yemeğidir). Servetleri, hayvan sürülerine dayanır; ama hayvanların ırkları kötüdür; sığırlar küçük, cılız, boynuzsuz; atlar, güçsüz, küçük midillilerdir. Para, yalnızca Roma parasıydı, enderdi ve çok az kullanılırdı. Ne altını işlerlerdi, ne de gümüşü, bunlara pek önem vermezlerdi; demir az bulunuyordu ve öyle anlaşılıyor ki, hiç olmazsa Ren ve Tuna aşiretlerinde, demir kendi topraklarından çıkarılmıyor; ancak ithal ediliyordu. [En eski Cermen ve İskandinav harfleri -ç.] rün'ler, (Grek ya da Latin harflerinin taklidi) yalnızca gizli yazı olarak biliniyor ve yalnızca dinsel büyü için kullanılıyorlardı. İnsan kurban etme töresi hâlâ uygulanıyordu. Kısaca, barbarlığın orta aşamasından yukarı aşamasına daha yeni geçmiş bir halk karşısında bulunuyoruz. Ama Roma sanayi ürünlerinin kolayca ithali, Romalılara komşu bulunan aşiretlerin bağımsız bir metalürji ve dokuma sanayi kurmalarını engellediği halde, kuzey-doğuda, Baltık Denizi kıyısında bu sanayiin kurulmuş olmasından kuşku duyulmaz. Slesving bataklıklarında bulunmuş olan silah parçaları —2. yüzyıl sonuna ait Roma paralarıyla, uzun demir, kılıç örme zırh, gümüş miğfer, vb.— ve büyük akınlarla yayılmış bulunan Cermen yapısı maden eşyalar, hatta Roma asıllı örneklerden esinlenmiş oldukları zaman bile, çok özel bir tip gösterir, az görülmüş bir yetkinlik taşırlar. Uygarlaşmış Roma İmparatorluğu'na doğru göç, bu yerli sanayie, İngiltere dışında, her yerde son verdi. Örneğin tunç kopçalar, bu sanayiin her yerde ne kadar benzer bir biçimde doğup gelişmiş olduğunu gösterir; Burgonya'da, Romanya'da, Azak Denizi kıyılarında bulunmuş tunç kopçalar, İngiliz ve İsveç kopçalarıyla aynı atelyeden çıkmış olabilirlerdi; oysa bunların Cermen yapısı olduklarından kuşku yok.
Kuruluş da, barbarlığın yukarı aşamasına uygun düşer. Tacite'e göre, her yerde, önemsiz işlerde karar veren, önemli işleri halk meclisinin kararına sunan şefler konseyi vardı; halk meclisi, barbarlığın aşağı aşamasında, hiç değilse tanımakla bulunduğumuz Amerikalılarda, yalnızca gens için sözkonusuydu; aşiret ya da aşiretler konfederasyonu için sözkonusu değildi. Şefler, tıpkı İrokualarda olduğu gibi, askeri komutanlardan, henüz çok belli bir şekilde ayrılırlar. Birinciler, kısmen, aşiret üyelerinin kendilerine sundukları davar, buğday vb. gibi onursal armağanlarla yaşarlar; tıpkı Amerika'da olduğu gibi, hemen daima aynı aile içinden seçilirler; babalık hukukuna geçiş, Yunan ve Roma'da olduğu gibi, giderek seçimden kalıtıma dönüşümü, ve her gens içinde bir soylu ailenin kuruluşunu kolaylaştırır. Aşiret soyluluğu denilen bu eski soyluluk, çoğu zaman, büyük akınlar sırasında ya da hemen, bunlardan sonra yok olmuştur. Askeri komutanlar, kökenlerine bakılmaksızın, yalnızca yetenekleri üzerine seçiliyordu. Güçleri azdı ve örneğe göre davranmak zorundaydılar. Tacite, ordu içindeki asıl düzence gücünü açıkça rahiplere maleder. Gerçek güç, halk meclisine ait bulunuyordu. Kral ya da aşiret şefi, başkanlık eder; halk karar verir - hayır: mırıltılarla; evet: alkışlar ve silah gürültüleriyle [dile getirilir -ç.]. Bu, aynı zamanda bir adalet meclisidir; şikayet, halk meclisinde ortaya konur, yargı orada yapılır, ölüm kararları orada verilir, zaten ölüm cezaları, yalnızca alçaklık, halka ihanet ve doğaya aykırı ahlaksızlıklar için öngörülmüştür. Genslerde ve onların bölümlerinde de, bütün ilkel Cermen yargı kurullarında olduğu gibi, görevi yalnızca oturumları yönetmek ve sorular sormak olabilen şefin başkanlığında, topluluk yargılar; Cermenlerde yargılayan, her yerde ve her zaman, topluluktur.
Sezar zamanından beri, aşiretler konfederasyonları kurulmuştu; daha o zamandan, bunlardan birkaçının içinde, krallar vardı; yüksek askeri şef (başkomutan), tıpkı Yunanlılar ve Romalılarda olduğu gibi, daha o zamandan zorbalığa hevesleniyor ve bazan da bunu elde ediyordu. Bu başarılı gasplar, hiçbir biçimde mutlak hükümdar değildiler; ama gene de, gentilice örgütlenmenin engellerini ortadan kaldırmaya başlıyorlardı. Azatlı köleler, hiçbir gensten sayılmadıkları için, genel olarak aşağı bir durumda bulundukları halde, gözde köleler, yeni kralların yanında, çoğunlukla iyi bir duruma, zenginlik ve üne erişiyorlardı. Roma İmparatorluğu'nun, geniş ülkelerin kralları durumuna gelen askeri şefler tarafından fethinden sonra da aynı şey oldu. Franklarda, kralın köle ve azatlıları, önce sarayda, sonra da devlet içinde, büyük bir rol oynadılar; yeni soylular sınıfı, büyük ölçüde, bunlardan çıktı.
Bir kurum, krallığın doğuşunu kolaylaştırdı: askeri bilelikler. Amerikalı kızılderililerde, gentilice örgütlenme yanında, kendi hesaplarına savaş yapan özel birliklerin nasıl meydana geldiklerini daha önce görmüştük. Bu özel birlikler, Cermenlerde, sürekli örgütler durumuna gelmişlerdi. Belirli bir ün kazanan askeri şef, çevresine, gözü ganimette olan bir genç kalabalığı topluyordu; bu gençler, ona, kişisel bağlılıkla bağlanıyorlardı; şefin de onlara karşı bağlandığı gibi. Şef, onların gereksinmelerini sağlıyor, armağanlar veriyor ve hiyerarşik bakımdan örgütlendiriyordu; böylece, bir muhafız kıtası ve küçük seferler için bir savaş birliği, daha büyük seferler için tam bir subay topluluğu meydana getiriyorlardı. Bu askeri bilelikler, ne kadar güçsüz olurlarsa olsunlar (ve daha sonra, örneğin Odoakr'ın yanında, İtalya'da, ne kadar güçsüz görünürlerse görünsünler) gene de, eski halk özgürlüğü bakımından bir yıkım tohumu oluşturuyorlardı ve bunu, büyük akınlardan önce de, sonra da, çok güzel tanıtladılar. Çünkü, bir yandan, krallık iktidarının doğuşunu kolaylaştırdılar; ama bunun yanısıra Tacite'in daha o zamandan belirttiği gibi, bunların dağılmaması, ancak sürekli savaşlar ve çapul seferleriyle sürdürülebilirdi. Çapul, bir erek haline geldi. Birlik şefinin oralarda yapacak hiçbir işi kalmayınca, adamlarıyla birlikte, savaş olan, ganimet olasılığı bulunan başka yerlere gidiyordu. Roma bayrağı altında, kalabalık bir biçimde bizzat Cermenlere karşı çarpışan yardımcı Cermen birlikleri, kısmen bu türlü bilelikler tarafından meydana getirilmişti. Almanların utanç ve bahtsızlık konusu olan landsknecht'ler[28] sistemi, burada daha şimdiden, ilk taslağı içinde bulunuyordu. Roma İmparatorluğu'nun fethinden sonra kralların bu bilelik adamları, köle ve Romalı saray hizmetkarlarıyla birlikte, gelecekteki soylular sınıfının başlıca öğelerinden ikincisini oluşturdular.
Genel olarak, halklar halinde toplanmış federe Cermen aşiretlerinin örgütlenişi, kahramanlık çağı Yunanlılarında ve krallar dönemi denilen çağın Romalılarında görülen örgütlenmenin aynıdır: Halk meclisi, gentilice şefler konseyi, daha o zamandan gerçek bir kral olmaya özenen askeri komutan. Bu, gentilice düzenin meydana getirebildiği en yetkin örgütlenme, barbarlığın yukarı aşamasının örnek kuruluşuydu. Toplum, bu örgütlenme için yeterli olan sınırları aşınca, gentilice düzenin sonu geldi, gentilice düzen yıkıldı. Onun yerini devlet aldı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.